Deri, mezbahadan çıkar fakat kundura orada yapılmaz... Kumaş fabrikadan dokunur fakat elbise orada dikilmez. Orman mütehassısı ağacı yetiştirir fakat mobilya yapmaz. Maden amelesi gümüşü topraktan çıkartır fakat savatçılıktan anlamaz. Balıkçı levreği tutar fakat mayonezi beceremez.
Her kalem tutan, her yazı yazan tiyatrodan, piyesten hiç anlamaz. Bu bir ihtisas işidir. Bu bir meslektir, bu bir sanat işidir, bu güzel sanatlar içinde en güç şubelerden biridir, derin tetebbu ister.
Tiyatro, başlı başına bir hayat vakfedilse bile, ciltlerle kitaplar okunsa bile, diyar diyar tiyatrolar gezilse bile yine ucu bucağı bulunmayan bir sanat şubesidir. Böyleyken, hiç bir meslekte dikiş tutturamayanlar, bir takım sütun karalamacıları bu sahayı serbest bulmuşlar, çala kalem yürüyorlar.
Onlara artık höst demek lazım. Burası yirmi senemizi yıprattığımız, her türlü yokluk içinde göz nurumuzu, alın terimizi döktüğümüz, ömrümüzü törpülediğimiz bir meydandır. Burada, tufeylilerin, yaygaracıların yeri yok!
Tiyatromuzun sahnesi sanatkarların, salonu halkındır. Bu kutsal mekanda sadece hakiki sanat sevdalıları yer alabilir. Çünkü tiyatro, yüzyıllar boyu gelişen, derin bilgi, uzun tecrübe ve sınırsız çalışma gerektiren ustaca bir sanat dalıdır.