Tepebaşı Dram Tiyatrosu

Şehir Tiyatrosu Geçmişi: Bir Asrın İzinde Tepebaşı Dram Tiyatrosu

Tepebaşı Dram Tiyatrosu, tiyatro tarihimizde efsane haline gelmiş, yeri hiçbir zaman doldurulamamış, yapıldığı günden itibaren Osmanlı ve Türk gösteri sanatlarının uzun yıllar İstanbul'daki neredeyse tek mekânı olmuş, Sarah Bernhart'tan Comedia Francaize, Darülbedayi'den Şehir Tiyatrosu'na, Şehir Operası'ndan Devlet Tiyatrosu'na, özel gecelere kadar pek çok tiyatro, müzik, konser ve gösteriye kapılarını açmış, İstanbul'un gelmiş geçmiş tüm belediye başkanları tarafından hep bir tarihi miras olarak tanımlanmış ama hepsi tarafından bir rant tepesi olarak görülmüş, yandıktan (ya da yakıldıktan) sonra yerine aynı şekliyle yapılması için yetkili makâmlarca hep söz verilmiş hatta yarışmalar bile açılmış ancak hiçbir zaman bu sözler yerine getirilmediği gibi şu an bir utanç abidesi gibi duran TRT binası yapılmış ve ne yazık ki Tepebaşı Dram Tiyatrosu'da hatıralarda kalmıştır.

1970 yılında bir yangın sonucu İstanbul'un sanat hayatından çıkan Tepebaşı Dram Tiyatro'su aslında ne tesadüftür ki bu yok oluştan tam bir asır önce İstanbul'da çıkan büyük bir yangın sebebiyle sanat hayatımıza girmiştir. Tiyatro'nun arsasının da içinde bulunduğu ve 1800'lü yıllarda İstanbul'da genelde yabancıların ikâmet ettiği Pera'ya çok yakın olan, İngiliz Konsolosluğu'ndan başlayarak Kasımpaşa'ya kadar inen yamaç, İstanbul'un fethinden 19. yüzyıl ortalarına kadar, “Müslüman mezarlığı” idi; bu yüzden bu bölge Pera'da yaşayan yabancılar tarafından “Petit-Champs des Mort” (Küçük Mezarlık) olarak adlandırılıyordu. Bu sebeple, hem daha sonra buraya yapılacak bahçe ve tiyatroya hem de yanından geçen bugünkü Meşrutiyet Caddesi'ne “Petit-Champs” ismi verilmişti. Tiyatro olarak ilk, 1866 yılında Paris'de yayınlanan bir Fransız turist kitabında, “Theatre des Petit-Chemps” adıyla söz ediliyor. Ancak “İstanbul'a gelen yabancı gruplara mahsus” bu tiyatro binasının 1870 yangınında yandığı sanılıyor. 1870 büyük yangını bütün Beyoğlu'nu olduğu gibi bu bölgeyi de etkiledi; bölgenin yeniden yapılandırılması ve belli bir plan dahilinde tekrar ele alınması sırasında buranın da elden geçirilmesi düşünüldü. Tramvay ve Galata'dan Beyoğlu'na çıkmak için Yüksek kaldırım'a alternatif Tünel inşaatı yapımı gündeme gelince o sıralar halkın “Haliç seyir terası” olarak kullandığı bu bölgede gündeme geldi. Gündeme gelmesinin sebebi şuydu; 1871 yılında başlayan Tünel inşaatı sırasında çıkan toprağın nereye döküleceği konusu önemli bir sorun haline dönüşünce, 1858'de İstanbul'un 14 belediye'ye ayrılmasında ilk uygulama olan ancak  Fransa'nın Paris'indeki "Sixeme Arrondissement" (6. Bölge) diye bilinen belediye biriminin kentin en çok imar gören bölgesinden esinlenerek adı konan 6. daire (Beyoğlu Belediyesi) Başkanı Blaque bey, bu iş için bu yapı adasını kullandı. Bu zekice bir düşünceydi. Bununla hem yapımcı firma çok uzağa gitmeden belediye'ye ödediği az bir parayla maliyeti düşük bir hafriyat sağlamış oluyor, hem de Beyoğlu, 30-40 yıldır ihtiyaç duyduğu, ama nasıl kullanacağını da, alttaki kabirler yüzünden, tam bilemediği ve bir dala oturtamadığı, tam bir seyir terası ve bahçe alanı, bir “Jardin Publique” kazanmış bulunuyordu.  Bahçe'nin yapımı başladıktan sonra, 1872 yılında buraya bir tiyatro binası yapılması ve bir İtalyan Tiyatrosu kurması için, saray orkestrası şefi Guatelli Paşa'ya bir ferman verilir. Paşa'ya tiyatro için verilen ruhsat 25 yıllıktı; tahsis edilen yerin niteliği “arazi-i haliye” (boş arazi) olarak belirtilmiş, uzunluğu ise 3 bin arşın olarak kaydedilmiştir. 1874 yılında tiyatro'nun yapımı için hazırlığa geçildi, başta binanın kâgir olması düşünüldü, fakat elde yeterli para olmamasından ahşâp olması kararlaştırıldı. Bu iş için ayrılan 10 bin liranın, 3 bin liralık kısmı binanın yapımına, geri kalanı da iç dekorasyona ayrıldı. Tiyatro'nun yapım işide İtalyan mimar Barborini'ye verilmişti. Ancak Paşa birkaç bin lira harcadıktan sonra, tiyatro'nun yapımından vazgeçti; ayrılan ödenekle bu işin tamamlanabilmesi mümkün görünmüyordu. Bunun üzerine Blaque Bey başka bir formülü devreye sokar. Günün birinde bir çok çingeneyi getirir, Tepebaşı arsasına yerleştirir. Tenekeden, çerden çöpten kulübeler yapmalarına ruhsat verir. Fakat arazinin karşısında oturan konak sahipleri, aristokrat ecnebiler bu rezalete tahammül edemez, Blaque Bey'e şikâyete giderler. O da şöyle cevap verir:” Para verin size orasını bahçe,tiyatro yapayım”. Konak sahipleri çaresiz para toplarlar. İşte Blaque bey tünelden çıkan hafriyatın dökülmesi karşılığında aldığı parayla konak sahiplerinin topladığı parayı birleştirerek Tepebaşı Tiyatrosu ve Bahçesi'nin yapımına girişir. Tepebaşı bahçesi 1880 yılında tamamlanır. Bu arada tiyatro ruhsatını elinde bulunduran Guatelli ailesi ile İstanbul Şehremaneti arasında çıkan bir anlaşmazlık nedeniyle aile kendilerine verilen arsa'yı 6.Daire'ye hibe eder. Tepebaşı Dram Tiyatrosu'nun hangi tarihte yapıldığı tam olarak bilinmemektedir. Arsa üzerinde bir tiyatro binasının yapımına başlanmışsada, bina yapımı sürekli olarak parasızlık ve ödenek yetersizliğinden dolayı sekteye uğramıştır. Genel kanı, tiyatro'nun 1890 yılında, o dönemin Şehremini Rıdvan Paşa'nın bu tiyatroyu yaptırdığı üzerinedir. Daha önceki tarihlere ait burada gösteriler olduğuna dair kaynaklar bulunsada, bunların bahçeye kurulmuş bir sahne üzerinde oynanabileceği düşüncesi hâkimdir. 

Tepebaşı Dram Tiyatrosu'nun 256 koltuğu bulunan bir parteri vardı. Bu parteri at nalı biçiminde kuşatan iki kat locası, bunların üstünde de bir kat galerisi bulunuyordu. Zemin kattaki 20, üst kattaki 28 locasında ise toplam 182 koltuk yer alıyordu. Koltuklar kırmızı kadifeyle kaplıydı. Yine aynı kırmızı kadifeden perdesi, sahneyi çerçeveleyen yaldızla bezenmiş portali ve süslemeli tavanı ile küçük ama tipik bir barok tiyatro örneğiydi. Tepebaşı Dram Tiyatrosu, o dönemdeki adıyla Tepebaşı ya da Tepebaşı Kışlık Tiyatrosu, İmparatorluk döneminde, zamanın diğer büyük salonlarında olduğu gibi, bünyesinde sabit bir topluluk barındırmadı. Meşrutiyet'in 1908 yılında ilanına kadar sadece yabancı gruplara kapılarını açtı. O yıllarda Londra'da yayınlanan bir turist rehberi kitabı, “İstanbul'da gerçek anlamda tiyatro yoktur. Kasım'dan Şubat'a kadar Tepebaşı Tiyatrosu'nda, Odeon'da, Grand Rue'nün Concürdia'sında, Fransız, İtalyan ve Yunan tiyatro toplulukları temsiller verir. Şehzadebaşı'nın Türk Tiyatrosu'nda ise yerli oyunlar oynanır. Bu sonuncusuna hanımlar giremez” cümleleriyle İstanbul tiyatro hayatını anlatmıştır. Bu zaman zarfında tiyatro'ya kimler gelmedi ki; Sarah Bernhardt, Rejane, Charlotte Lyses, Jane Hading, Jeanne Boulier ve daha nice opera ve ses sanatkârları Tepebaşı Tiyatrosu'nda boy gösterdiler. Avrupa'da sahneye çıkan yabancı trup ve sanatçıların bir çoğu bu sahneden de geçmişlerdi. 1900'lü yılların başında salonun işletmesi Lehman isminde Rum bir işadamının elindeydi. Mesleğe garsonluktan başlayan ve zamanla eğlence dünyasında yükselen bir isim olan Lehman aynı zamanda Taksim bahçesi, Maksim, Varyete Tiyatrosu gibi başka mekanlarıda işletiyordu. 1920'li yılların sonuna kadar Lehman'ın idaresinde kalan tiyatro 1915'de bir ara “Moderne” ismiyle sinema olarak işletildiysede tiyatro olarak daha parlak günler yaşadı.

20 Ocak 1916 günü, iki sene önce Şehzadebaşı'nda Letafet apartmanında Şehremeni Operatör Cemil Paşa tarafından kurulmuş olan “Darülbedayi-i Osmani” oyuncuları provalarını yine Letafet apartmanında yaptıkları Emile Fabre'nin La Maison d'Argile adlı oyunundan Hüseyin Suat Yalçın'ın uyarladığı Çürük Temel adlı oyunu Tepebaşı Tiyatrosu'nda oynamaya hazırdılar. İlk oyun “Asker Ailelerine Yardım Cemiyeti” yararına oynanır. Oyun, haftada bir gün, Perşembe gündüz bayanlara, geceleri baylara olmak üzere iki kez oynanır. Bilet fiyatları da ilk dört sıra 25 kuruş, beşinci sıradan sonra 20 kuruş, daha geride sandalyeler 15 kuruş, birinci loca 100, ikinci loca 80, üçüncü loca 50 kuruş olarak belirlenir. Madam Felekyan, Nurettin Şefkati, Kınar hanım, Sara Mannik, Muhsin Ertuğrul, Fikret Şadi, Ahmet Muvahhit, Raşit Rıza, İ.Galip bu ilk gösterimin oyuncularıdırlar. Bu başlangıç başlarda sekteye uğrasa da 54 yıl Darülbedayi (bugünkü adıyla Şehir Tiyatrosu İ.B.B.Ş.T.) ve Tepebaşı Dram Tiyatrosu tiyatro tarihimize ayrılmaz bir ikili olarak geçeceklerdir. Darülbedayi burada arka arkaya Hisse-i Şayia, Hoş Bir Macera ve ilk yerli telif eser olan Halit Fahri Ozansoy'un Baykuş adlı piyesini oynar. 1919 yılında Tepebaşı Tiyatrosu İngiliz işgal kuvvetlerinin eline geçer ve burada gösteri yapılması yasaklanır. Darülbedayi yeterince ödenek alamadığından, verilen ödenekler sürekli kısıldığından ve henüz kurumsal bir kimliğe sahip olmadığından, bu dönemde çok önemli sıkıntılarla boğuşmak zorunda kalır. Bünyesindeki sanatçılara doğru düzgün ödeme yapamadığından ya da çeşitli fikir ayrılıkları yüzünden belli bir kadroyu sürekli kılmakta zorlanır. İşte bu sırada Raşit Rıza Darülbedayi'den ayrılarak Şadi ile birlikte bir grup kurar ve İstanbul'un çeşitli yerlerinde oyun oynamaya başlarlar. 1924 yılında ise Raşit Rıza Lehman'la anlaşarak Tepebaşı tiyatrosu'nu kiralar. Yaklaşık iki üç yıl kadar burada oyunlar oynar. Raşit Rıza'nın tiyatroda kalıcı olması Darülbedayi'nin belini iyice büker. 

1927 yılında Darülbedayi Ankara'ya yaptığı turneden İstanbul'a dönmüş bu sırada Lehman'la sözleşmesi biten Raşit Rıza'da ramazan için Anadoluya turneye çıkmıştır. Tepebaşı Tiyatrosu'nun boşaldığını gören Darülbedayi sanatçıları dönemin belediye başkanı Muhittin Üstündağ'ın da girişimleriyle yeniden Tepebaşı Tiyatrosu'na yerleşirler. Bu durumu Refik Ahmet Sevengil Vakit gazetesi'ndeki yazısında şöyle anlatır: “...Darülbedayi temsil heyeti, mevcut tiyatrolarımızın en iyisi olan bu binaya geçti ve söylenildi ki şehremaneti esasta kendi malı olan bu tiyatro'nun Darülbedayi'e daimi bir meva olmasının temenni edecektir. Bu imkan tahakkuk ettiği taktirde bir tiyatro için vücuda elzem şartlardan bir tanesi -daimi ve bedava bina- tahassul etmiş olacaktır. Gerçi henüz bugün için Darülbedayi'in Tepebaşı'ndaki vaziyeti bu değildir, fakat bu olmalıdır ve şehremanetinin bu yolda yürüdüğünü ümit etmek isteriz”. Muhsin Ertuğrul'un da geri dönmeye ikna edilmesiyle Darülbedayi sanatçıları el birliğiyle Tepebaşı'nda hummalı bir çalışmaya başladılar. Öncelikle tiyatronun elden geçirilmesi gerekiyordu. Bütçe kısıtlı olduğu için bütün boya,badana ve tamirat işleri sanatçılar tarafından yapıldı. Nihayet 1927'nin Mart ayında temsillere başlandı. İki Kadın, Cehennem  gibi oyunların yanında Muhsin Ertuğrul'un sahnelediği Hamlet sezonun en çok tutan oyunlarından biri oldu. 1928 yılında 1000 liraya Almanya'dan gökyüzünün muhtelif zamanlardaki renklerini sahneye yansıtmak için son teknoloji bir gökyüzü makinesi getirtildi. Tiyatro'nun elektrik ve efekt makinaları da 800 lira karşılığında değiştirildi. Bu dönemde dekor tekniği fon bezinden, tahta panoya döndü, sahne önündeki suflör kapağı da kaldırılaraksuflör sahne içine alındı. Anlaşılan o ki, Şehir Tiyatrosu'nun binaya yerleşerek düzenli temsillere geçişi, Tepebaşı Tiyatrosu'na Avrupa'daki örnekleri gibi, modern ve düzenli bir tiyatro havası kazandırmıştı. 1931 yılında tiyatro'nun fuayesi üstünde bulunan bir odada tiyatro okulu faaliyete girer. İki yıl süren bu okul daha sonra belediye konservatuarı'na devredilir. 1932 yılında Atatürk'ün tiyatroya geleceği haberini alan sanatçılar ne yapacaklarını şaşırırlar. Vasfi Rıza o günleri şöyle anlatıyor: “...İlk defa bir Cumhurbaşkanı temsilimizde hazır bulunacak ve bizi seyredecekti. Ama ne onu oturtacak yerimiz ne de karşılamak için yeterli protokol bilgimiz vardı. Hemen kitaplar karıştırdık, Avrupa görenlere sorduk, Devlet Başkanlarının sahnenin karşısındaki locada oturduğunu öğrendik. Hemen o locayı yıkarak genişlettik. Böylece Ata'nın gelişinden sonra o köşenin adı “Atatürk Locası” oldu”. İki loca'nın birleştirilmesiyle oluşturulan “Atatürk Locası” ya da sonraki adıyla “Şeref Locası”nda Atatürk Muhsin Ertuğrul'un başrolünü oynadığı Akın piyesini seyreder. Aynı yıl belediye ile Lehman arasında biten sözleşme, Muhittin Üstündağ tarafından yenilenmez ve Tepebaşı Tiyatrosu tamamen Şehir Tiyatrosu'na tahsis edilir. 

1935'e gelindiğinde ise artık belediye tarafından bir ödeneğe kavuşan, yerleşik bir sahnesi olan ve adı Şehir Tiyatrosu olarak değişen bir Darülbedayi vardır. Muhsin Ertuğrul tüm bunların üstüne bir atak daha yapar ve Tepebaşı Tiyatrosu'nda gerçek anlamda ilk çocuk tiyatrosu'nu başlatır.  Çocuklara İlk Tiyatro Dersi adlı oyun M.Kemal Küçük tarafından yazılıp yönetilir.  Şehir Tiyatrosu, Tepebaşı Tiyatrosu'nun dışında ara sıra başka sahnelerde oynasada tiyatronun amiral gemisi burasıydı. Tepebaşı Tiyatrosu'nun bulunduğu bahçenin içinde Anfi ya da Asri sinema da denilen bir salon bulunmaktaydı. Bu salon uzun yıllar sinema olarak işletilmiş, çok eski ve ahşap yapısı yüzünden zaman zaman kapatılması düşünülmüş ama içindeki kiracılar ve belediye arasında çıkan ihtilaflar dolayısıyla bir türlü kapanmamıştı. 1942 yılında Şehir Tiyatrosu Komedi kısmını bu binaya taşır. Böylece Tepebaşı tiyatrosu'nun ismi Tepebaşı Dram Tiyatrosu olarak değişir. Zaman içerisinde çeşitli tamirat ve tadilatlar görsede Tepebaşı Dram Tiyatrosu ahşap yapısından dolayı artık zamana karşı dayanamaz olmuş, ödenek yetersizliklerinden mimarisi değiştirilememiş, günün ekonomisi ve politik mercileri tarafından bir rant tepesi olarak görülmeye başlanmıştır. 1955 yılında İmar Müdürlüğü tarafından Tepebaşı'ndaki tiyatroların yıkılarak buranın “süs bahçesi” olması planlanır. Ancak tiyatroların nereye taşınacağı sorun olur. 1960 yılına gelindiğinde ise İstanbul Belediyesi Şehir Operası'nı kurar ve opera gösterilerini burada sergilemeye başlar. İlk temsil 19 Mart 1960 akşamı Puccini'nin Tosca operası'yla yapılır. Bir sene sonra itfaiye teşkilatı Tepebaşı Dram Tiyatrosu'nda yaptığı inceleme sonunda tiyatronun elektrik tesisatının çok eski olması ve bir yangına sebebiyet verebileceği gerekçesiyle tiyatronun işleyişi durdurulur. Buranın sadece prova ve tatbikat sahnesi olarak kullanılmasına izin verilir, yapılacak tadilattan sonrada müze olması kararlaştırılır. Muhsin Ertuğrul bu durum karşısındaki üzüntüsünü şöyle anlatır: “Tiyatromuz göçebelikten kurtulup buraya yerleşeli otuzdört yıl oldu. İyi kötü her yıl Ekim'in birinde bu tiyatroyu açardık. Bir gelenek kurulmuştu. Bu açılışın tiryakileri vardı. İstanbul'lu ezberlemiştiki; tiyatrosu kurulu bir saat gibi, o tarihte ve saniyesinde perde açar. Bu yıl böyle yapamadık! Bu nasıl oldu böyle? Gayet basit: raporlar yazıldı,raporlar çizildi, Ahmed'ler geldi, Mehmet'ler gitti. Hayır sorumlu sensin, evet sorumlu benim denildi, sonunda, tiyatro dört ay boş kapalı durduktan sonra, tam açılacağına on gün kala öğrendik ki bu tıl Tepebaşı'nda oyunlar verilemezmiş. Bir İstanbul'lu için acı! Ama İstanbul'lu bir tiyatrocu için daha acı!”. Tiyatro'nun tadilatı bitirilir. Ancak hem opera'nın hemde tiyatro'nun sahne gereksiminden dolayı Tepebaşı Dram Tiyatrosu 18.01.1962'de Şehir Operası'nın sergilediği La Traviata ile tekrar açılır. Şehir Tiyatrosu ise Sinekler oyununu buraya taşır. 1964 yılında tiyatro bu kez zamanın değil insanların saldırısına uğrar. Türkiye'de ödenekli ve profesyonel bir tiyatroda oynanan ilk Bertolt Brecht oyunu Sezuan'ın İyi İnsanı  sırasında tiyatro gericiler tarafından basılır, kapı çerçeve kırılır, sanatçılar sahneden indirilerek oyunun oynanması engellenir. Ardından aynı sene Tepebaşı için hazırlanan yeni yapılandırma projesi açıklanır. 08.04.1964 tarihli Milliyet gazetesinde çıkan haber şöyledir:”Tepebaşında, Perapalas otelinden, İngiliz Sefaretinin arka duvarına kadar uzanan ve Meşrutiyet ile Tozkoparan caddeleri arasında kalan 15 bin metrakarelik arsa üzerinde inşa edilecek site için proje hazırlanmıştır. Üzerinde Dram Tiyatrosu ile parkın bulunduğu ve Belediyenin kendi malı olan arsaya inşası düşünülen sitenin projesi hazırlanırken, buraya turistik bir değer kazandırmak gayesi ile hareket edilmiştir. Bir takım hizmetleri bir araya getirmek suretiyle, gelecekte Belediyeye büyük bir gelir sağlamakda projenin hazırlanmasında başlıca amillerden biri olmuştur. Hilton'dan sonra İstanbul'da en büyük otelin yapılacağı sitede, otel, çarşı, gazino ve büro gibi diğer tesislerinde bulunması ayrı bir değer kazandıracaktır”. Ancak bu proje hayata geçirilemez ve Tepebaşı Dram Tiyatrosu bir gösteri mekanı olmaya devam eder. Öyleki 1965 yılında sezon bitiminde Ankara'dan İstanbul'a gelen Ankara Devlet Tiyatrosu Anton Çehov'un Vanya Dayı adlı oyununu burada oynamaya başlar. 1969 yılında Şehir Tiyatrosu çalışanları belediye ile yaşadıkları ekonomik sorunlar nedeniyle Tİ-SEN önderliğinde grev'e çıkarlar. 15 Nisan 1969 günü başlayan grev bir ay sürer. Bu süre zarfında Tepebaşı Dram Tiyatrosu'da dahil tüm sahnelerde perdeler kapanır. Bir ay sonra yapılan bir anlaşmayla grev biter. 17 Mayıs 1969'da Tepebaşı Dram Tiyatrosu Maurier'in Sonbahar Fırtınası adlı oyunuyla aslında son defa perdelerini açar. Son defa açar çünkü Şehir Tiyatrosu Harbiye'deki eski Sümerbank pavyonu'ndan tiyatro salonuna dönüştürülen binaya taşınır. 07.01.1970 tarihinde emektar Tepebaşı Dram Tiyatrosu tamamen boşaltılır. Önceleri yıkılmak istensede gelen tepkiler üzerine onarılıp bir tiyatro müzesine dönüştürülmesine karar verilir.  Ama kendisi bir müze olabilecek Tepebaşı Dram Tiyatrosu bu vasfa da kavuşamaz. 17.04.1970 günü nasıl çıktığı belli olmayan bir yangın tiyatro'nun büyük bir kısmını kullanılamaz hale getirir. Ertesi günkü Milliyet gazetesinde çıkan haber şöyledir: “ Tepebaşı'ndaki tarihi Dram Tiyatrosu dün saat 11:15'de tamamen yanmıştır. 54 yıldır Türk Tiyatrosunun hizmetinde olan ve geçtiğimiz sezon müze olarak hazırlanmak üzere terkedilen binanın, bir elektrik kontağı sonunda yandığı sanılmaktadır. İtfaiye Müdürlüğünün sezon başında “bu bina her an yanabilir” raporu verdiği tarihi tiyatronun “ses alma odasından” çıktığı sanılan yangın, kısa zamanda fuaye,seyirci salonu ve galeri kısmına atlamıştır”. Yangın'ın bir başka boyutuysa yangını söndürmeye gelen itfaiye'nin su bulamaması ve suyu Tepebaşı sarnıçları ve İngiliz Sarayı'ndan almasıdır. Yangın'ın ardından belediye başkanı Fahri Atabey bir açıklama yapar. Açıklamada buraya 600 odalı bir işyerinin yapılacağı ve yanına da Tepebaşı Dram Tiyatrosu'nun esprisi muhafaza edilerek bir tiyatro müzesi kurulacağı söylenir. Tiyatro yanmıştır ama sanki beni yıkamazsınız dercesine hala ayaktadır. Tiyatroya son darbe 03.11.1971'de gelir. Çıkan ikinci bir yangın Tepebaşı Dram Tiyatrosu'nun  neredeyse 100 yıllık tarihine son noktayı koyar. Yangının harap binada yaşayan evsizler ya da bekçilerin içeride yaktığı sobadan çıkmış olabileceği söylense de sabotaj ihtimali üstünde de durulur. İnceleme başlatılır ama bir sonuca varılamaz. 

1870'deki büyük Beyoğlu yangınıyla başlayan macera yine bir yangın sonrası bitmiştir. 1970'ten itibaren yönetime gelen belediye başkanlarının hiçbiri, sanat ve tiyatro dünyasının, aynı yere Dram Tiyatrosu benzeri bir tiyatro ya da bir müze yapma arzularını yerine getirmeye yanaşmadı. Onun yerine 1983'te inşaatı başlayan ve Tepebaşı Bahçesi'nin üstünü bir beton bulut gibi kaplayan “meşhur” Sergi Sarayı yükseltildi16. Şu anda TRT stüdyolarının bulunduğu Tepebaşı'nın yakın zamanda tekrar tiyatroya dönüştürüleceği söylenerek bu konuda yarışmalar açılsada bunlar vaat'ten öteye geçemedi. Göremeyenlerin hayallerinde yaşattığı görenlerinse büyük bir şevk ve acıyla anlattıkları Tepebaşı Dram Tiyatrosu tiyatro hayatımızın en büyük efsanesi olarak kalmaya devam edecektir.