Öncelikle tebrikler Serhat. Beyoğlu’nda uzun yıllar atıl kalmış bir sahneyi yeniden tiyatroya kazandırdınız. Ara Sahne fikri nasıl doğdu, sizi bir araya getiren motivasyon neydi?
Öncelikle Ara Sahne’nin Genel Koordinatörü olarak tüm kurucu ortaklarımız adına çok teşekkür ederim. Aslında birlikte bir sahne açalım düşüncesiyle ortaya çıkmadı Ara Sahne fikri. Belirli dönemlerde bir emlak sitesinde gezerek sahne açma hayalleri kurarken, uzun bir süredir atıl durumda kalmış bir sahne bulmamla başladı süreç. Yaklaşık bir ay boyunca birlikte hareket edebileceğim birilerini ararken, tamamı İzmir’den arkadaşlarım olan Uğur Uzunel, Esra Tarhan, Can Sertaç Adalıer, Gülin Bakkaloğlu ve Özenç Eren Yelçi ile bu yola çıkmaya karar verdik. Sahnenin Taksim’de olması bizi ayrıca heyecanlandıran bir unsur oldu. Eskiden neredeyse her sokakta bir tiyatro sahnesi bulunan fakat daha sonra tiyatroların tek tek kapandığı Taksim’de, yeni bir nefes alma alanı yaratmak düşüncesi bizi fazlasıyla motive eden bir unsur oldu.
Ara Sahne’yi yalnızca oyunların sahnelendiği bir mekân değil, aynı zamanda atölyeler ve buluşmalarla yaşayan bir alan olarak tanımlıyorsunuz. Sizce bu mekân tiyatro ekosisteminde nasıl bir boşluğu dolduruyor?
Ara Sahne’yi kurarken elimizden geldiğince farklı disiplinlere de kapımızı açma isteğinde olduk hep. Bu nedenle sahnemizde atölyeler düzenledik, programımıza konserler ve stand up gösterileri aldık. Çeşitli buluşmalar ve söyleşiler gerçekleştirdik. Okuma tiyatrosu festivali bünyesinde çeşitli etkinlikler gerçekleştirdik. Bir önceki soruda da söylediğim gibi Taksim’de bir nefes alma alanı yaratmaya çalıştık. Özellikle Avrupa yakası sahne sayısı açısından maalesef çok yetersiz. Bu nedenle öncelikle tiyatro ekipleri için alternatif bir sahne oluşturmaya çalıştık. Son dönem tiyatro sahnelerinin ve etkinliklerinin büyük bir kısmı Kadıköy bölgesinde yerleşik bir hal aldı. Avrupa’da sahnelerin sınırlı sayıda olması bu bölgede seyirci kaybına da neden oldu maalesef. Burada varlığımızı sürdürerek hem Taksim’i tekrar bir sanat merkezi haline getirebilmek için adım attık hem de Avrupa yakası seyircisi için konuk ekipleri sahnemizde ağırlayarak bir alışkanlık oluşturmak istedik.
Kolektif yapınız dikkat çekiyor. Altı farklı tiyatrocunun dostluk ve meslektaşlık temelinde bir araya gelmesi, üretim süreçlerine nasıl yansıyor?
Altı farklı oyuncu demek altı farklı yaklaşım demek aslında. Bu da bizim ürettiğimiz projelere çeşitlilik kazandırıyor. Farklı bakış açıları, birbirimizin göremediği noktaları görmemizi ve yenilenmemizi sağlıyor. Dolayısıyla süreç bizim için son derece öğretici bir şekilde ilerliyor.
Beyoğlu’nda sahne açmak, tarihi bir belleğe de eklemlenmek demek. Ara Sahne bu belleğin neresine oturuyor ya da neresine oturmayı hedefliyor?
Sizin de belirttiğiniz gibi Beyoğlu, sanatsal anlamda tarihi bir belleğe sahip. Fakat yukarıda da söylediğim gibi bugün maalesef sanatsal üretim anlamında neredeyse terk edilmiş bir bölge. Az sayıda sahne, bu belleği korumak ve devamını sağlamak için mücadele veriyor. Ara Sahne olarak bizler de elimizden geldiğince bu mücadelenin içinde yer almaya çalışıyoruz. Tiyatro sahnelerinin zaman içerisinde tek tek kapandığı Beyoğlu’nda sahne açarak bir direnç oluşturma çabası içerisindeyiz. Beyoğlu’nun İstanbul’un sanat merkezlerinden biri olmaya devam etmesini istiyoruz.
Genç sanatçılar için prova ve eğitim imkânı sunma hedeflerinizden söz ediyorsunuz. Bu konuda önceliğiniz nedir, gençler Ara Sahne’de neler bulacak?
Ara Sahne olarak genç sanatçılarla birlikte yürümenin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu zamana kadar ürettiğimiz projelerde de sıkça genç sanatçı arkadaşlarımızla çalıştık. Her zaman da çalışmaya devam edeceğiz. Maalesef genç sanatçılar fırsat bulmakta çok zorlanıyor. Birçoğumuz farklı şehirlerde okuyup İstanbul’a geldikten sonra bunun sıkıntılarını yaşadık. Çok yetenekli olan bazı arkadaşlarımız fırsat bulamadığıiçinumutetmeyibıraktıvemesleğindenuzaklaştı. Bunedenlegenç
sanatçıları korumamız ve onların yanında olmamız gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü onlar yarının kültür ve sanat yaşamını besleyecekler. Ayrıca heyecanlarıyla var oldukları projelere müthiş bir enerji katıyorlar. Bu da bizleri de yenileyen bir süreci getiriyor aslında. Eğitimlerimizde de öğretici süreçle birlikte bir oyun alanı oluşturmayı hedefliyoruz. Kolektif bilinçle hareket ederek yarattığımız bu oyun alanında devinip sanatsal üretimi ortaya çıkarmayı amaçlıyoruz.
Türkiye’de özel tiyatroların sürdürülebilirliğinin tartışılmasının iki temel nedeni var bana kalırsa. Bunlardan bir tanesi Tiyatro İşletmeciliği konusundaki bilgi eksikliği. Çünkü sanatçı olmakla işletmeci olmak birbirinden çok farklı şeyler. Sanatsal üretiminiz ne kadar kaliteli olursa olsun işletmecilik konusunda yetersiz bilgi, maliyetler altında ezilmenize ve seyirciye ulaşmak konusunda problem yaşamanıza sebep olabiliyor. Bu nedenle tiyatroların kesinlikle işletmecilik bilgisini bünyesinde barındırması gerektiğini düşünüyorum. Elbette iyi bir işletme bilgisi tek başına sürdürülebilirliği sağlamaya yetmiyor. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durum da önemli bir belirleyen. İşletme için gerekli bilgiye sahip olsanız da kaynak problemleri sürdürülebilirliğe zarar verebiliyor. Örneğin; bu sezonun açılışını değerlendirdiğimizde yeni oyun sayısının geçen sezonlara göre oldukça azaldığını ve bu aylarda sahnelerin programlarında fazlasıyla boşluklar olduğunu görüyoruz. Oysaki geçen sezonları değerlendirdiğimizde birçok oyunun program doluluğu nedeniyle sahne bulmakta güçlük çektiğini görüyorduk. Bunun en önemli nedeni işletme maliyetlerinin yüksek olmasının dışında seyirci sayısının azalması. Türkiye’de tiyatro lüks bir tüketim olarak düşünüldüğünden, alım gücünün düşmesi seyircinin de azalmasına sebep oluyor. Bu da tiyatroların maliyetleri karşılayamamasına ve kapanmalarına sebep oluyor maalesef. Biz Ara Sahne olarak bu zamana kadar devlet desteğine hiç başvurmadık. Dolayısıyla devlet desteği almadık. Kuruluş aşamamızda bir Fongogo kampanyası ile sanatseverlerden destek almıştık. Ayrıca bizi her konuda destekleyen ve sahnemize yatırım yapan bir arkadaşımızın önemli desteğiyle bu zamana kadar geldik.
Bu sezon yine konuk ekipleri sahnemizde ağırlamaya devam edeceğiz. Dolayısıyla renkli bir program hazırlıyoruz. Ayrıca kendi oyunlarımızı sahnelemeye devam edeceğiz. Shakespeare’in Hamlet ve Heiner Müller’in Hamlet Makinesi oyunlarından yola çıkılarak Esra Tarhan tarafından uyarlanan / yönetilen ve Ophelia üzerinden kadın sorunlarını tartışan Ophelia – Hamlet Complex sahnemizin ilk oyunu. Ardından Jonas Hassen Khemiri tarafından yazılan, Barış Gönenen’in rejisini yaptığı ve göçmen sorununu tartışan Kardeşlerimi Arıyorum’u sahnelemeye başladık. Geçen sezon da Artur Palyga’nın yazdığı, Kayra Babalık’ın Türkiye’ye uyarladığı ve Uğur Uzunel’in rejisini yaptığı ve baba – oğul ilişkisi üzerinden erk eleştirisi yapan Baba oyunun prömiyerini yaptık. Yine geçen sezonun sonunda Esra Tarhan’ın rejisini yaptığı AraLab projesi Deus Ex Makina’yı sahnelemeye başladık. Bu projede öğrencilerimizi profesyonel oyuncularla birlikte sahneye taşıyarak öğrencilerimiz için yeni bir deneyimi hedefledik. Sezon açılışı için yeni bir proje hazırlamadık fakat Ocak ayında bazı gelişmeler olabilir.