Yeni Bir Sezona Başlarken

Merhaba,

Derneğimizin yayın organı olan ve ilk kez 1999 yılında çıkarttığımız “AYNA” isimli dergimizi uzun zamandır yeniden çıkarmak ve yaşadığımız kültürel, sanatsal, ekonomik ve politik ortamda kendi sesimizi, düşüncelerimizi ve özde İstanbul Şehir Tiyatrosu ve ödenekli tiyatrolar, genelde bütün tiyatro üreticilerinin sorunları hakkında yapılması gerekenleri ve geleceğe dair fikir/görüşlerimizi aktarmak için bir yol arıyorduk.

Hepimizin malumu olan günümüz ekonomik şartlarında aslında daha kalıcı ve arşiv niteliği taşıdığını düşündüğümüz basılı yayın hayalimizi maalesef maddi imkansızlıklardan dolayı gerçekleştiremedik. Ancak sesimizi/sözümüzü duyurmaktan da vazgeçmek istemedik. İşte bu sebeple tüm tiyatro dünyamızı kapsayacağını umut ettiğimiz ve ödeneklisi/ödeneksizi, ticarisi/politiği ile herkese ses/söz olmasını hayal ettiğimiz ve adını da “İştisan Kolektif” koyduğumuz bu siteyle karşınızdayız. Disiplinler arası köprü kurmak, geçmişimize gitmek, tiyatro alanında geleceği düşünmek, sorunları kendi içimizde değil açık açık tartışmak/konuşmak için bu platformu oluşturduk. Editör arkadaşlarım Berna ve Cafer sitemizin içeriği ve yapmak istediklerimizle ilgili kendi yazılarında sizlere daha çok ışık tutacaklardır. Ben buradan bu site için emeği geçen tüm arkadaşlarıma, yazarlarımıza teşekkür ederim. Bir hayali gerçekleştirdikleri için.

Brecht “Sanat, gerçekliğe tutulan ayna değil, onu şekillendirmek için kullanılan bir çekiçtir” der. Bizde tiyatro hayatımızdaki sanatsal üretimleri irdeler ve sorgularken, bir yandan da yasalar ve mevzuatlarla ilgili fikir/görüşlerimizle tiyatro hayatımıza yön vermeye çalışacağız. Geçmişten geleceğe bakacağız. Yani ayna tutmaya değil, çekiç olmaya çalışacağız.

Bu yazıda bahsedeceğim şey ödenekli tiyatroların geleceği ve yönetmelik/yasa ihtiyacı, ülkemiz tiyatro sanatı üretimindeki yeri/katkısı, yapısal ve mevzuat sorunları olacak. 

Ödenekli tiyatro denince, Kültür Bakanlığına bağlı Devlet Tiyatroları ve belediyelere bağlı Şehir/Kent tiyatroları akla geliyor. Devlet Tiyatroları 1949 yılında çıkan bir yasa ile mevzuat olarak daha sağlam ve içeriği belli bir sisteme kavuşmuşken ( bugün bu yasanın içeriği, yapısallığı, sanatsal özerkliği ve sanat üretimi tartışılır) Şehir ya da Kent tiyatrosu dediğimiz belediyelere bağlı tiyatrolar her belediyenin kendine ait çıkarttıkları yönetmeliklerle sanat üretmeye çalışmakta. Tabii ki en büyük sorunlar da bu sebepten yaşanmaktadır. 

Şehir/Kent tiyatroları bir tiyatro sevdası ve yapılan bölgede siyasetçiler tarafından bir sanatsal etkinlik olarak başlayıp, zaman geçtikçe daha elle tutulur yapılara dönüşmesi, dönüşen yapıların harcama kalemleri için bir kültür müdürlüğüne ya da kültür daire başkanlıklarına bağlanması ihtiyacı ve sonuçta bir yönetmelik ile idari ve sanatsal bölümlerin yetki alanlarının belirlenmesine kadar giden bir süreç yaşamakta. Bundan sonrası ise tam bir “yumurta mı tavuktan tavuk mu yumurtadan” hikayesi. Yönetmeliklerin belediye meclislerinde hakim siyasi partiler tarafından çok kolay değiştirilebiliyor olması, tiyatro sanatının zaman içinde artan bütçelerinin belediyelerce karşılanmak istenmiyor oluşu, kadro ve istihdam sorunlarının baştan doğru yöntemlerle çözülmemesi, her siyasi partinin sanat kurumlarını kendi siyaset ve ideolojilerine hizmet aracı olarak görmesi, sanatsal/ekonomik özgürlüğün ve özerkliğin tiyatrolarda bulunmaması, bürokrat/siyasetçilerin sanatı sanatçılardan daha iyi biliyor ve erk’i ellerinden bırakmak istemiyor olması Şehir/Kent tiyatrolarını kısa süre sonra bir çıkmaza doğru sürüklemekte. (bu konularda tüm siyasi partilerin davranışları maalesef ki aynı). 

2024 yerel seçimlerinden sonra da Nilüfer Kent Tiyatrosu ve İZBŞT özelinde yaşananlar da bunların birer yansıması aslında. Bu tiyatrolarda şu an her ne kadar durum süt liman gözükse de Genel Sanat Yönetmenlerinin seçiminden, sanatçıların ve teknik ekiplerin istihdamına, belediye bürokratlarının yönetim kurullarında bulunmasından, açıklanmış bir sanat politikalarının olmamasına kadar pek çok sorunla boğuşuyorlar. Tüm bunların sebebi de Şehir/Kent tiyatrolarının kendilerine ait bir yasasının ve özerk işleyiş biçiminin olmaması.

Elbette Şehir/Kent tiyatrolarının kaynaklarını kamudan karşılamasından dolayı ürettikleri eserler ya da faaliyetler tartışmaya açıktır. Ancak mesele bu kurumların varoluş sebepleridir. Tüm ödenekli tiyatrolarda ortak amaç ve vizyon Türk tiyatrosuna katkı sağlamak, yeni yazarların çıkmasına ön ayak olmak, tiyatro tarihimizde eser vermiş yazarlarımızın oyununu tanıtmak,  klasik ya da modern yabancı oyunları sergileyerek ülkemizde bir tiyatro kültürü ortamını herkes için ulaşılabilir ve sürdürülebilir hale getirmektir aslında. 

500 yıllık Avrupa'daki tiyatro kültürü ile karşılaştırılınca daha 150-200 yıllık bir tiyatro geçmişimiz olduğu düşünüldüğünde ( aslında ülkemiz için bu tüm sanat dalları için geçerli) halen toplum tarafından bir ihtiyaç haline gelmemiş, kültür/sanat politikaları içinde doğru düzgün bir gelecek çizilmemiş, yasal olarak özel tiyatroların halen normal tüccar statüsünde sayıldığı, verilen teşviklerin sebep/amaç/fayda döngüsünün kurulmadığı tam bir göçebelik söz konusu.

Gelelim tüm bunların ışığında İ.B.B. Şehir Tiyatrolarının (doğrusu Şehir Tiyatrosu olmalıdır) bugünkü durumuna. Günümüz Türk tiyatrosunun çınar ağacı, yıllarca Türk tiyatrosunun  ve sinemasının da lokomotifliğini yapmış, içinden pek çok özel tiyatro ve tiyatro sanatına emek veren isimler çıkartmış, darbelere, çatışmalara, zaman zaman kapatılma eşiğinden ya da Devlet tiyatrosuna ilhak edilmesi düşünülen ama içindeki sanatçıların ve sahne emekçilerinin bitmeyen sanat aşkı ve çabalarıyla bu sene 111. kez perdelerini açmaya hazırlanan Darülbedayi yani Güzellikler Evi. İstanbul Şehir Tiyatrosunun geçmişi yukarıda anlattığım ödenekli tiyatroların yaşadıklarının hepsini kapsar aslında. 

Dönemin İstanbul Şehremini Cemil Topuzlu’nun himayesinde tiyatro aşığı ve kendisi de tiyatrocu olan Reşat Rıdvan’ın çabalarıyla modern bir tiyatro topluluğu ve okulu kurulması amacıyla temelleri atılan Darülbedayi’de yönetmelik krizleri taa o zamanlarda başlar. Yönetmelik/yasa bir oluşumun kurumsallaşmasını da sağlar. Aslında o zamanlar sanatsal olan yönetmelik tartışmaları yıllar geçtikçe ve kurum 1930 yılında belediyenin tamamen himayesine ve bütçesine dahil olunca Darülbedayi’den Şehir Tiyatrosu’na evrilip siyasi ve politik bir hal almaya başlar. Belediyeyi kazanan partiler hep idari ve sanatsal söz sahibi olmaya çalışırken sanatçılar ve üreticiler aslında üretimden gelen söz haklarının ve kendi sanatsal kararlarını kendileri vermenin peşindedirler. 2006 yılında çıkan bir kanunla da bu kurumların “katma bütçeleri”nin elinden alınması ile de doruk noktasını yaşar bu durum. Çünkü kurum maddi özgürlüğünü de kaybetmiştir. Bu 111 yıllık yönetmelik macerasını başka bir yazıda ayrıntılarıyla inceleyeceğiz. Buradaki asıl sorun 111 yıldır sadece yönetmeliklerle idare edilmeye çalışılan ve hala bir yasaya ve yapıya kavuşamayan günümüz Şehir/Kent tiyatrolarının idari ve sanatsal bir sorunu taşımak zorunda kalmasındadır.

2012 yılına kadar yönetim kurulu başkanı olan bir Genel Sanat Yönetmeni, seçilmiş ( atanmış değil) sanatçı üyeleri bulunan, çoğunluğu sanatçılardan oluşan bir yönetim kurulu varken, 2012 yılında dönemin AKP belediyesi tarafından sanatçılara danışılmadan yapılan bir darbe yönetmeliği ile Genel Sanat Yönetmeni yönetim kurulunda başkanlıktan alınmış yerine belediye Genel Sekreter Yardımcısı ve Kültür Daire Başkanı getirilmiş, seçilmiş sanatçıların yerine atanmış sanatçılar konmuş, yönetim kurulundaki sanatçı çoğunluk yerine bürokratların çoğunlukta olduğu bir yönetim kurulu oluşturulmuştur. Böyle bir duruma sanatçı olarak sessiz kalmamız elbette ki mümkün değildi. Yapılan bu değişikliğe o zaman ülke çapında da ses getiren pek çok eylem (Galatasay yürüyüşü, Sanat Maratonu, Rağmen Açılış vb.) derneğimiz tarafından organize edildi. 

Aslında Şehir Tiyatrosunun tarihi aynı zamanda mücadelenin de tarihidir. Muhsin Ertuğrul’a yaptıkları baskı sökmeyince, bulunduğu “Başrejisör” kadrosunun kaldırılmasından, 1980 darbesini fırsat bilerek tiyatro içindeki devrimcilerin ihraç edildiği “1402’lik”lere, 15 Temmuz darbe girişimini fırsat bilerek tiyatrodaki muhaliflerin “performans yetersizliği” bahanesiyle tiyatrodan atılmasına, darbe yönetmeliklerle mücadeleden, bürokratların tiyatroyu bizlerden daha iyi bildiklerine kadar uzar gider bu mücalede tarihi.

Evet gelelim günümüze. 2012 yılında yapılan darbe yönetmeliğin değiştirilmesi için dernek olarak yıllardır uğraşıyoruz. Asıl amacımız aslında bir Şehir Tiyatrosu yasasının hayata geçirilmesi. Bu suretle belediyelerde açılacak Şehir Tiyatrolarının ortak ve özerk bir yönetim modeli ile bir standarda kavuşmaları. Tiyatro sanatı konusunda oyuncu ve teknik anlamda bir istihdamın sağlanması, kültür anlamında tiyatronun daha yaygın ve belli merkezler haricinde de sürdürülebilir olması. Bu önerimizin modellemesi ve içeriği tartışılabilir. (O para özel tiyatrolara verilsin sözlerini duyar gibiyim ama yurt dışındaki tiyatrolara yardım modelleri ülkemizde uygulansa pek çok özel tiyatro yardım alamaz o da bizim için başka bir tartışmanın konusu) 

2019 yılında İstanbul Büyük Şehir Belediyesi yönetimi değişti. Daha demokrat ve çağdaş, sanattan ve sanatçıdan yana olduğunu düşündüğümüz bir yönetim geldi. Geldi de bizim yönetmelikte bir madde değişti mi? Hayır. Gelir gelmez her kademedeki belediye yetkilisi tarafından söylenen “Tiyatroyu sanatçılar yönetecek”, “seçilmiş üyeler yeniden gelecek”, “yönetmelik değiştirilip, sanatçıların istediği gibi olacak” söylemleri hala hayata geçirilmedi. Nerdeyse 20 yılı aşkındır tiyatromuz içinde olup başka başka çalışma statülerinde bulunan sanatçı/teknik arkadaşlarımız aslında olmaları gereken kadrolara alınmadı. Tiyatromuzun genç ve yeni nesillere ihtiyacı varken bu gençlere kapılarını açamadı. “Dünyada böyle bir tiyatronun örneği yok” söylemlerine rağmen çalışma alanları daha da genişletildi kazanç/üretim dengesi bozularak, merkeziyetçilikten vaz geçilmedi. Sanatsal olarak nitelik/nicelik tartışmaları başladı.

Dernek olarak pandemi döneminde uzun uğraşlar ve tiyatromuzdaki birimlerin ve kadroların görüşleri alınarak ihtiyaçlara göre yeniden düzenlenmiş, Şehir Tiyatrosunda yapısal ve vizyoner bir değişim önerisini içeren yönetmelik taslağımız, 2020 yılında belediye bürokratları ile başlayan görüşmeler dahilinde hala hayata geçirilemedi. Günümüz siyasi konjüktüründe belediyelerde özellikle İ.B.B.’de pek çok durum yaşanıyor. Ancak geçen 6 yıl boyunca yukarıda bahsettiğim adımları atmak için pek çok fırsat vardı. Özellikle 2024 yerel seçimleri sonrası ama ya yapılmak istenmiyor ya da cesaret edilemiyor. 2025 yılında bu görüşmeler dernek temsilcilerimiz, sanat yönetimimiz, sanatçı ve teknik kadro temsilcilerimizle belediye yönetimi arasında sürdürülüyor. Yani mücadele 111. yılda da devam ediyor. Sanatın da kaderi bu sanırım. Mücadelesiz olmuyor ya da mücadeleden besleniyoruz. Biz ipin ucunu bırakmaya niyetli değiliz. Şehir Tiyatrolarının (ülkedeki tüm Şehir Tiyatolarını kast ediyorum) özgür ve özerk bir yapıya kavuşana, yasal bir zemine oturtulup kendi modellemesini yapana kadar mücadelelerini devam ettirmelerini umuyorum. 

Bugün perdelerini açacak tüm ödenekli/ödeneksiz tiyatrolarımıza, sanatçılarımıza, teknik ekiplerimize ve salonları hiç boş bırakmamasını dilediğimiz seyircilerimize iyi sezonlar dilerim. Alkışımız bol, seyircimiz çok olsun.

 

Yine Brecht’le bitirelim;

 

“Ya hep beraber ya da hiç birimiz

Kurtulmak yok tek başına

Yumruktan ve zincirden.

Ya hep beraber ya da hiç birimiz”

 

Seçuk YÜKSEL

İŞTİSAN BAŞKANI